Dünya Gazetesi'nden Alaattin Aktaş, köşesinde kurdaki keskin dalgalanmalara dikkat çekti. Döviz kurundaki artışın reel sektöre nasıl yük bindirdiğine bu köşede dün yer verdik. Rakamları özetlemek gerekirse... Reel sektörün ağustos sonu itibariyle yaklaşık 100 milyar dolar döviz varlığı var. Aynı tarih itibariyle döviz yükümlülüğünün tutarı ise 311 milyar dolar. Yani, finansal kesim dışında kalan reel sektör kuruluşlarının ağustos sonu itibariyle 211 milyar dolar gibi devasa bir döviz açıkları söz konusu. Bu öylesine büyük bir açık ki, dolardaki her 1 kuruşluk artış, yani doların örneğin 3.15’ten 3.16’ya çıkması, reel sektöre 2 milyar lirayı aşkın yük getiriyor.
Bu, büyük fotoğraf. Bu büyük fotoğrafın içinde küçük küçük kareler ya da küçük küçük gibi görünen sıkıntılar var.
Dış ticaretimizi ağırlıkla iki döviz üstünden yapıyoruz; dolar ve euro. Bu dövizler son dönemde genel eğilim olarak hızlı bir artış içindeler; ama kimi dönem keskin dalgalanmalar da yaşanmıyor değil. İşte bu dalgalanmalar, ihracatçının en büyük düşmanı haline geliveriyor.
Bir KOBİ’siniz, hatta daha küçük bir işletmeniz var. İhracat yapıyorsunuz, fiyat vereceksiniz. İhraç edeceğiniz mal için örneğin 1 dolar fiyat vereceksiniz ama o 1 dolar için hangi kuru esas alacaksınız ki, bir türlü kestiremiyorsunuz.
“Bugün 1 dolara satarım, karşılığında da cebime 3.15 TL koyarım” diye yola çıktığınızda sizi hüsran bekliyor olabilir. Çünkü o 1 dolar cebinize girdiğinde kur bir bakmışsınız 3.10’a inivermiş. Kestiremiyorsunuz ki dolar kurunda 3.15 mi makul, yoksa 3.10 mu?
İskontolu kur uygulanıyor
Dolar örneğin 3.15 lira olsa bile, çoğu işletme kur için genellikle yüzde 2’lik bir iskonto uygulayarak fiyat vermeyi tercih ediyor. Yani söz konusu ürün için dolar kuru 3.08 düzeyindeymiş gibi fiyat veriliyor.
Kafalarda hep şu kaygı var çünkü: “Cebime 3.15 lira girecekmiş gibi fiyat verdikten sonra ya kur düşer ve daha aşağılarda oluşursa, hiç olmazsa zararımın bir kısmını bu şekilde karşılayabileyim...”
Fiyat yükseltmek gerekiyor
Kurda iskonto uygulamasına gidilince ister istemez döviz bazında yüksek fiyat vermek gerekiyor. Şöyle basit bir örnek verelim:
Dolar kuru 3.15 düzeyinde bulunurken 100 adet ürün için tanesi 10 dolardan 1.000 dolar fiyat vermek ve karşılığında 3.150 lira beklemek gerekirken, iskontolu kur uygulanınca durum değişiyor.
Bu kez yüzde 2 iskontoyla kur 3.08 olarak dikkate alınıyor ve 3.150 lira elde etmek için 1.023 dolar fiyat vermek gerekiyor. Ya da diğer bir ifadeyle 100 ürünün her birine 10.23 dolar fiyat vermek zorunlu hale geliyor.
Rekabet sorunu
Bu kuşku yok ki çok küçük tutarlar için çok basit bir örnek. Kurda iskontoya gidildiği için birim fiyatı yükseltme zorunluluğu, Türk ihracatçısının rekabet gücünü azaltan en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Milyon dolarlık, milyar dolarlık ihracatlarda bu küçük fiyat oynamalarından dolayı ya pazar kayıpları yaşanabiliyor ya da ihracatta fiyat verilemez hale gelindiği oluyor.
Öyle ki, “Zarar etme riskim var, hiç ihracat yapmasam daha iyi” diyen ihracatçılar bile çıkabiliyor. Bunu da gayet doğal karşılamak gerekiyor.
Kur artışının ihracatı her zaman yukarı çeken bir etkene dönüşmeyeceği de böylece daha iyi anlaşılmış oluyor. Bir dönem zihnimizde adeta “Kur artışı=İhracat artışı” yer etmişti. Kurun çok hızlı arttığı dönemlerde bunun hiç de sanıldığı ölçüde ihracata yansımadığını gördük. Kur düzenli bir artış gösterse bile bunun da bir dizi olumsuz etkisi ortaya çıkabiliyor. Türkiye, ihracatının önemli bir kısmını ithal girdiye dayalı olarak gerçekleştirdiği için yaşanıyor bu sorunların bir kısmı da. Girdi ve ara mal pahalı hale gelince kur artışının ihracata olan katkısı da sınırlı kalıyor haliyle.
Ama bu genel sorunun ötesinde bugünlerin sorunu, kurun hızlı inip çıkması karşısında fiyat vermekte zorlanıldığı gerçeği. Şu birkaç günü atlattıktan, ABD’nin yeni başkanının belli olmasından sonra tüm dünyada olduğu gibi bizde de kur mutlaka daha dingin seyredecektir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmadı