Tarih genellikle doğrusal bir şekilde öğretilir. Olduğu gibidir, dosdoğru aktarılır. Bunun yanı sıra bir fenomenin diğerlerini nasıl etkilediğini ve onlara nasıl yol açtığını anlamak için insanlığın yıllar içinde ürettiği şeylere dair geniş bir bakış açısı oluşturulmasına yardımcı olabileceği de bilinmektedir. Mimarlık tarihinde de şimdiye kadar üretilmiş olanlarla zaman içinde ortaya çıkan tepkileri, sürekliliği, merkezi hareketleri ve bugün bile varlığını sürdüren stilleri anlamaya yardımcı oluyor. Bu nedenle biz de en etkili mimari tarz ve hareketlerin bazılarını araştırdık.
Klasik
Klasik mimari M.Ö. 7. ve 4. yüzyıllar arasında Antik Yunanistan’da inşa edilmiştir. Düzen, simetri, geometri ve perspektif prensipleri temel alınarak tasarlanmış, taştan inşa edilmiş büyük dini tapınaklarıyla bilinir. Etkileyiciliğinin belirgin bir özeliği mimari düzendir. Klasik mimarinin en büyük eseri Parthenon’dur. M.Ö. 5. Yüzyılda Atina Akropolü’nde inşa edilen Parthenon çarpıcı özellikler sergiler.
Romanesk
Avrupa’da 6. ve 9. Yüzyıllar arasında geliştirilen bu mimari stil, tarihi bağlamıyla büyük bir ilişki içerisindedir. Avrupa ülkelerinin savaş halindeyken ve istilalara karşı korunma konusunda endişeli olduğu bir dönemde, Eski Roma Cumhuriyeti’nden esinlenen binalar, sağlam ve dirençli duvarlar ve yarım daire şeklindeki kemerlerde minimal açıklıklar ile karakterize edildi. Başlıca örnekleri bu dönemde inşa edilen kiliselerdir. En önemli eserlerinden biri de İspanya’da bulunan Santiago de Compostela Katedrali’dir. Haçlı seferleri sırasında inşa edilen bu katedral bu tarzın en büyük ürünüdür.
Gotik
Günümüzde Gotik mimarlık olarak bildiklerimiz aslında 90 ve 130 yılları arasında Fransa’da geç Orta Çağ döneminde ortaya çıkmış “Fransız İşi” olarak da adlandırılan mimari yapılardır. Gotik ismi ise o dönemde üretilen düşey ve görkemli mimariyi ifade etmek için ortaya çıkmıştır. Başlıca Gotik eserler kilise binaları, ogival kemerler ve kemerli tonozlara sahip kiliseler ve katedrallerdir. Notre Dame ve Reims Katedrali gibi çoğu Gotik bina UNESCO Dünya Mirası olarak kabul edilir.
Barok
Barok mimarisi Avrupa’daki bir Monarşist rejim altında 16. yüzyıldan başlayarak genelde dini yapılarda görülür. Özellikle ışık ve karanlığın kontrastını vurgulayan ve dramatik bir his uyandıran unsurlardan yararlanılmıştır. Bu tarzın ilk örneklerinden biri Roma’nın ilk gerçek Barok siluetine sahip Gesù Kilisesi’dir.
Neoklasik
Neoklasik mimari, 18. yüzyıldan itibaren klasik Yunan ve Roma binalarını yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Neoklasik mimarinin ifadesi Avrupa’da Sanayi Devrimi ve üst orta sınıfların dünyayı dolaşarak eski eserlerle temasa geçtiği Grand Tour geleneğinin başladığı dönemin sosyal ve ekonomik bağlamıyla güçlü bir şekilde ilgilidir.19. yüzyıla kadar devam eden Neoklasik mimari hareket Barok mimarisine tepki olarak rasyonel simetriye yönelen mimari eserler vermiştir.
Beaux-Arts
Bu akademik üslup 1830’ların ortalarında Paris’teki Güzel Sanatlar Okulu’ndan kaynaklanmaktadır. Fransız Neoklasizm, Gotik mimarlık ve Rönesans gibi dönemlere atıfta bulunan bir hareketti ancak cam ve demir gibi çağdaş materyalleri de kullandı. Fransa’da ortaya çıkmış olmasına rağmen Beaux-Arts özellikle Amerikan mimarisini etkiledi ve “gökdelenin babası” Louis Sullivan gibi mimarlara ilham kaynağı oldu. Bu hareketin binaları modern çizgilerle harmanlanmış heykelsi süslemelere sahiptir. En ünlü örnekleri de Paris’teki Grand Palais ve New York’taki Grand Central Terminali’dir.
Art Nouveau
Mimariden mobilya tasarımına ve boyamaya kadar birçok tipografiye rehberlik yapan Art Nouveau, Avrupa’ya egemen olan eklektik tarzlara tepki olarak doğmuştur. Dekoratif unsurlar barındıran mimarilerde kendini göstermektedir. Kavisli ve kıvrımı çizgilerle dolu binalar, bitkiler, çiçekler ve hayvanlar gibi şekillerden esinlenmiş süs eşyaları… İlk binaları Belçikalı mimar Victor Horta tarafından tasarlanmıştır. En sembolik örneği ise Fransız Hector Guimard tarafından yaratılmıştır.
Art Deco
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Fransa’da ortaya çıktı ve tıpkı Art Nouveau gibi sanat ve tasarımın çeşitli alanlarını etkiledi. Modern tasarımı, el işi detayları ve lüks materyalleri harmanlayan hareket, kıtadaki sosyal ve teknolojik ilerlemeye büyük katkı sağlamıştır. Betonarme kullanımının öncüsü olan Fransız mimar Auguste Perret ilk Art Deco yapılarının da mimarıdır. Perret’in Champs-Elysées Tiyatrosu hareketin özelliklerini bir araya getiren en önemli eserlerdendir ve Art Nouveau hareketinden çıkış yapmıştır.
Bauhaus
Bauhaus, 20. yüzyılın sonlarında dünyanın ilk tasarım okulunda doğdu. Mobilya tasarımından plastik sanatlara ve Almanya’daki avangard duruşa uzanan bir hareketin içine gömüldü. Endüstriyel üretim ve ürün tasarımı arasındaki ilişki, okulun mimari önerileri için kritik öneme sahiptir ve tasarım süreci üzerinde oldukça rasyonel bir duruşa sahiptir. Kurucularından Walter Gropius bu okulda devrimci öğretim yöntemlerini uyguladı ve bu ilkeleri modern ve işlevsel çalışmalarında uyguladı.
Modern
Modernizm 20. yüzyılın ilk yarısında doğdu. Almanya’da Bauhaus, Fransa’da Le Corbusier ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Frank Lloyd Wright ile başladığı söylenebilir. Bununla birlikte Le Corbusier’n Modern mimarlık anlayışına katkısı özellikle eserlerinde, tasarımlarında ve söylemlerinde benimsediği ilkeleri sentezleme kabiliyeti açısından dikkate değerdir. 1926 tarihli “Yeni Mimarinin Beş Noktası” manifestosu aynı zamanda “Modern Mimarlığın Beş Noktası” olarak da bilinir.
Postmodern
Bu hareket, 1929’daki Büyük Buhran’ın başlangıcı ile aynı döneme denk gelen ve eleştirisi 1970’lere kadar devam eden Modern mimarinin bazı ilkelerini temel almaktadır. Teorileri ve yapıtları yeni tarihsel ve kompozisyonal bir perspektiften inceler. Yapılarında farklı stratejiler ve bazen de ironi kullanılması sebebiyle popüler kültürün en çok ilgi gören hareketlerindendir. En önemli eserlerinden biri de Postmodern düşüncenin yeni ufuklar açan “Las Vegas’tan Öğrenme” kitabıdır.
Dekonstrüktivizm
1980’lerde ortaya çıkan ve tasarım ilkelerine süreci sorgulama, akıl yürütme ve doğrusal olmayan dinamikleri dahil eden Dekonstrüktivizm, iki temel kavramla ilgilidir. Bunlardan ilki yapı söküm diğeri ise geleneksel düşünme biçimlerini yeniden sorgulayan, düşünen, çözen edebi ve felsefi analizdir. Phillip Johnson’ın küratörlüğünü yaptığı 1988 MoMA sergisi Dekonstrüktivizm için bir dönüm noktasıdır. Sergide Peter Eisenman, Frank Gehry, Zaha Hadid, Rem Koolhaas, Daniel Libeskind, Bernard Tschumi ve Wolf Prix’in eserlerini bir araya getirmiştir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmadı